Sevgili Anneciğimin hatıralarını tuttuğu defteri olduğunu ölümünden sonra Seval söyledi. Babamın ölümünden sonra başlamış, fırsat buldukça yazmış. 1940'larda,7 yaşından başlayan anıları, 1960'larda, 20 yaşında, benim doğumumla bitiyor. Dile kolay 60-70 yıl önce. Devamını özellikle mi yazmak istemedi yoksa vaktimi yetmedi, kim bilir?
Annem çocuk yaşta evlendirilmiş, evliliğin ne olduğunu bile bilmeden, bunun sıkıntısını hep çekmiş. Diğer kadınlardan farklıydı, annem olduğu için mi böyle düşünüyorum? belki de. Yeni şeyler öğrenmeye karşı istekli, değişime açık ve mücadeleciydi, isteyip de yapamadığı bir şey yoktu. İlkokul mezunu olmasına karşın kendini yetiştirmiş ve tam bir cumhuriyet kadını olmuştu. Anılarını tamamlayabilseydi bilmediğim ne çok şey öğrenecektim geçmişimizle ilgili. Bu kadarını bile bütün aile hep birlikte gözlerimiz yaşlı, bir solukta okuduk. Ne çok sıkıntı çekmiş hiç bilmediğimiz, ama yılmamış vazgeçmemiş, hepsini atlatmış. Bir kez daha gurur duyduk sevgili Annemizle. Vakitsiz kaybettik, babamın ölümü sonrası ve pandemi döneminde yıpranmıştı ama yine de sağlıklıydı, uzun bir süre daha bizimle olacağını düşünüyorduk, olmadı. Ecel izin vermedi. Yokluğunu her geçen gün daha çok hissediyoruz. Nur içinde yat anneciğim.
Annem Ferdane Genç, 1943 yılında Ürgüp, Başdere(Başköy) köyünde doğdu. Anneannem Medine Batmaz, dedem Tahir Batmaz. Beş kardeşler, dört kız bir erkek. En büyükleri Harun dayım, teyzelerim Şadiye ve Fadime teyzem annemden büyük, Şerife teyzem ise en küçükleri. Yalnızca Şerife teyzem hayatta.
Babam Mehmet Genç ve Annem 1956 yılında evleniyorlar, annemin yaşı yasal evlenme yaşından küçük. Resmi nikah için mahkeme kararıyla üç yaş büyütülüyor. Üç çocukları oluyor, abim Yurdal, ben ve kardeşim Seval.
Anı defterini, annemin cümlelerini değiştirmeden, olduğu gibi aktarıyorum.
ANNEMİN HATIRA DEFTERİ
ÇOCUKLUĞUM
Yaşım 7, babamların köyün aşağısında ki eski evinde oturuyoruz. Abim en büyüğümüz, 2 büyük ablam bir de küçük Şerife var. Babam o yıl, dini dualarımı öğrenmem için, ahırdan bozma bir odada sekiz, on çocuğa ders veren bir hocaya gönderdi. Öbür çocukların hepsi benden büyük, abi abla diyorum onlara. O sene bütün namaz dualarımı öğrendim. İkinci sene abim askere gitti, ben okula başladım. 3 ayda okuma yazmayı söktüm. Birinci sınıfı okutan iki öğretmen var, Yusuf Karpuz ve Murat Er Uz. Çok iyi öğretmenler.
Bir gün sınıfta saati öğrenme dersi vardı. Otuza yakın öğrenci var sınıfta. Saatin kaç olduğunu sordu, bir kişi bile bilirse 30 öğrenciyi cezadan kurtaracak, kimse bilemezse herkes cezalı. O arada gözüm hep saat de, onu on yedi geçiyor öğretmenim dedim. Aferin kızım bütün arkadaşlarını dayaktan kurtardın dedi.
O günden sonra hep önde oldum. Sınıfı pekiyi dereceyle geçtim. Bahar geldi, okul tatil. Köyde bağ bahçe işleri çıktı, abeyim askere gitti. Abeyim evli ama onun ne zaman evlendiğini hiç hatırlamıyorum. Şadiye ablamda evli, onunda evlendiğini hiç hatırlamıyorum. İşler başladı, babam yalnız, abeyim asker. Babam bir kağnıcı tuttu 30 yaşlarında bir adam. Öküz ve ineklerin dışında bir de atımız var. Ben atı çok seviyorum, ona ben biner, ben bakardım. Abimin mektuplarına cevap yazardım.
Ekilenler biçildi, harman sürüldü, üzümler oldu, bağlar bozuldu, pekmezler yapıldı. Kışlık yiyecekler hazırlandı. Babamla annemde ev yapma hazırlığında. Bu arada okullar açıldı. Okul hazırlığından ne olacak, çanta yok, sadece okuma kitabı, defter ve kalem. Bunlarda koltukta götürülür, ama olsun okula gidiyorum ya onun sevinci bana yeter. O zamanlar kızların okula gitmesi bile sorundu ama babam beni okula götürüp, öğretmene; kızımın eti sizin kemiği benim dedi. Öğretmen; tamam Tahir amca hiç merak etme, kızın zaten çok zeki diyerek babama sağ ol dedi ve ben ikinci sınıfa devam ettim. Burada arkadaşlarımda oldu, Pakize, Fadime, Sebahat ve erkek arkadaşlar, Aziz, Yunus, Dursun. Artık bize yetişen yoktu, sanki yarış ediyorduk.
O sene sonbaharda babam yeni evimizin alt katını yaptırdı. Abeyim askerde, ona mektup yazıyorum, abeyim cevap yazıyor. Şadiye ve Fadime ablam evli, evde abeyimin eşi Şennur abla var. Kışın halı dokumakla, yün eğirmekle, geceleri de komşu oturmaları, hasta ziyaretleri derken vakit geçiyor. Ben ders çalışıyorum.
O zamanlar sabahları yemek yeniyordu, kahvaltı yerine. Anacığım erkenden kalkıp tandırda yemek pişiriyordu. Babam ise mahallenin köy odası vardı, oraya giderdi. Anacığım yemeği hazırlayınca babamı beklerdik. Hep beraber yer sofrasında aynı kapta yemek yer, şükür edip sofradan kalkardık. O zaman cereyan yok, ocak yok, anacığım ekmeği tandırda yapar, akşam yemeğini de çömlekle tandıra koyardı, çok da lezzetli olurdu.
Kışları böyle geçerdi. Bahar gelince köyde bağ, bahçe, tarla işleri çıkar ve ben üçüncü sınıfa gidiyorum. Abeyim bana bir dolmakalem aldı, ucu çıkarılıp takılırdı. Hokka diye, küçük, ağzı kapaklı şişenin içinde mürekkep olurdu. Kalemin ucu ile şişeden mürekkep çektirir, öyle yazı yazardık.
Bir gün teneffüs de çocuklar başıma toplanıp kalemi görmek istedi. Seviniyorum, dolma kalemim var diye. Okulda üç tane öğretmen var. Öğretmenin birinin yanında okuyan, Hidayet isimli bir kardeşi var. Kalemi eline alıp bakmak istedi, peki dedim verdim, öğretmenin kardeşi ya. Kalemi yere düşürdü, ucu kırıldı, çok üzüldüm. Kalemimi ödeyeceksin diye zorladım. Ödemem, benim abeyim öğretmen, ödemiyorum dedi, çocuğa bir tokat attım, abeyine şikayet etmiş. Ertesi gün öğretmenler odasına çağrıldım. Öğretmenlerin odasını her gün bir kız arkadaş temizlerdi. Beni üç gün üst üste temizliğe çağırdı öğretmen. Ben bir gün temizledim, ikinci gün asık suratla zorla temizledim. Üçüncü gün kapıyı çalıp açtım, ama öfkeliyim, öğretmenim siz beni her gün niye çağırıp duruyorsunuz dedim, kapıyı çarpıp çıktım. O günden sonra bana kıydı.
Beşinci sınıfta mezun olmak için tahtaya kalkıp bir hafta sınav yapılıyorduk. Soruları bildiğim halde bana orta not veriyordu ama öteki iki öğretmen yüksek not verip, diplomamı iyi dereceyle verdiler. Diplomamı aldım ama okuma aşkı ile yanıp tutuşuyorum. Başöğretmen Mahmut Işık, babama yalvarırcasına, ne olur Tahir amca şu kızı okutalım, hiç olmazsa ebe okuluna gönderelim diyor. Babam; köyde okuyan kızlara kötü gözle bakarlar, dedi kodu olur, ben bu sözleri kaldıramam deyip kestirip attı.
Bu arada yeni evin üst katıda bitti. Yıl 1953, babamın ekini çok. Allah bir çok ekin verdi. Mahsul çok, hep beraber çalışıyoruz yetişemiyoruz. Çok işçi çalıştırıyor, kağnıcı tutuyor babam. Ben de hep çalışanlara, tarlaya azık götürüyorum. Bir gün bilmediğim tarlaya azık götürüyorum. Beni eşeğe bindirdiler, ikide heybe dolusu yiyecek azık attılar eşeğe, haydi bakalım tarlaya götür. Ben tarlayı bilmiyorum dedim, başladım ağlamaya, anacığım; hiç ağlama kızım, eşeğin üzerinden düşme yeter, eşek tarlayı bilir diyerek gönderdi. Gerçekten eşek beni doğru tarlaya götürdü, ben bunu unutamadım, bende böyle bir anı olarak kaldı. O zaman anladım ki hayvanlarda da akıl varmış meğer, bana bunu hiç kimse söylemedi. Tarlaya yaklaşınca babamı ve işçileri gördüm, biraz rahatladım. Babam beni eşek den indirdi, gülerek beni okşadı, bende çok sevindim, çünkü işe yarıyorum ama daha ancak beş yaşındayım.
Sene 1954, gelelim yeni yapılan evimize, alt katı bitti, üst kata başlandı. Üçüncü sınıfa başladım. 11 yaşındayım. İnşaatta 10 kişi çalışıyor. Anacığım onlara hem sabah kahvaltı veriyor hem öğle yemeği hem de ikindi, çünkü çalışıyorlar. Koca koca tencerelerle yemek yapıyor. Ben ise ancak su taşıyorum, bağdan bahçeden üzüm, sebze taşıyorum, hepsini sırtımda taşıyorum, bu arada okula da gidiyorum. Saçım taranacak, okula gidemem yoksa, saçım uzun taa kalçama kadar, iki belik örgü, Şennur ablama zorla acıta acıta taratırdım. O yıl sonbahar da evin inşaatı bitti ama taşınamadık.
Abeyim askerden geldi, bana Şerife’ye hediye almış, bana spor ayakkabı ve küpe, Şerife’ye yalnız küpe almış, ikimizde sevinçten uçuyoruz. Yine ilkbahar geldi, tarla, bağ işleri çıktı. O kış Şennur ablamla ben parasıyla başkasına halı dokuduk, kendimize kıyafet almak için. Ben hem okula gidiyorum hem de halıya yardım ediyorum. Akşamları da gaz lambası ışığında ders çalışıyorum. Aynı ışıkta anacığım da bize çoraplar örüyor, dikiş dikiyor.
Babam ev yapımına biraz borçluydu. Kıyafetten başka bir şeye para vermiyorduk. Bağ bahçe tarla işlerini kendimiz yapıyoruz. Yeni evimize taşındık, hepimiz çok mutluyuz. Kocaman köyde en güzeli bizim evimiz olmuştu, çok çalışmıştık. Buğday çok, ekin ve diğer mahsuller çok, harman zamanı geldi, ekinler biçiliyor, öküz kağnılarıyla harmana sap taşıyoruz. Ben yine harmanda düven sürüyor, sapı eritiyorum. Atla azık götürüyor, eşeği, atı otlatıyorum.
Türkmenlik diye büyük bir tarlamız var, bir yıl kavun karpuz, bir yıl nohut, buğday ekiliyor. Evimize taşındığımız yılın yazı, çok kavun karpuz ve nohut oldu. Ben 13 yaşındayım, yetişen bütün mahsul eve taşınıyor. Sabah ezan vakti kalkıyoruz. Bu arada okul bitti, sonbahar geldi.
EVLİLİĞİM
Sene 1955, babanız köye tayin oldu. İlk geldiğinde, abeyimle pazarda tanışıp soba almışlar. Ondan sonra abeyimi hiç bırakmamış, kışlık odun almasına, ev bulmasına yardım etmiş. Bu arada anacığım beni halı dokuyan akrabalardan birinin yanına öğrenmem için haftada bir iki gün yardıma gönderiyor. Arada arkadaşlarımla oyun oynuyor birbirimizden elişleri öğreniyoruz. Eve gelince anacığım kızıyor bana, neredesin sen, evde su kalmadı. Hadi bakalım, çeşmeye su testileri ile su taşımaya, gücüm bile yetmiyor.
İlkbahar geldi, bütün işler başladı yine ama bu arada beni isteyenler çoğaldı, sanki çok büyümüşüm gibi. Babam bana soruyor, kızım seni isteyenler çoğaldı, dünürcüler yarışıyor, sanki hele bir tanesi yakın bir köyden, çok üzerime geliyor, bende para camız derisiyle dolu illaki ver diye. Babam annem, hayır bizim kızımız satılık mal değil, gidin satan varsa ondan alın deyip gönderiyor. Kuzum ben seni yaban ellere vermem, ben sana dayanamam derdi. İşe giderken beni yanında götürürdü, yanımda ol, iş yapma derdi. Bütün beni isteyenleri reddettik. Ben buralardan evlenmem demişim, hatırlamıyorum bile, sonra söylediler babanızla evlenince.
Biraz zaman geçince babanızın öğretmen arkadaşları; seni bu köyden evlendirelim derler. Diyenlerde benim bir yıl önceki öğretmelerim. Babanızda hayır benim istediğim biri burada olmaz, ben kimseyi tanımıyorum der. Öğretmenler, biz tanıyoruz ve sende tanıyacaksın diye konuyu açarlar. Biz geçen sene 4 kızımızı mezun ettik ama birisi var ki onu mutlaka sana tavsiye ediyoruz, beğeneceğinden eminiz, çok zeki, terbiyeli ama çok sert, ciddi aynı zamanda güzel, tam evleneceğin kız derler, ikna ederler. Babanızla arkadaşlık eden, bizim de komşumuz olan evli birisine gizlice bizi sorar, o da aman öğretmen sana kim tavsiye etmişse iyi etmişler, eğer evleneceksen kaçırma, bende yardımcı olurum şayet verirlerse der.
Babanız, başka yerde öğretmen olan yakın arkadaşına mektupla bu konuyu bildirir. Onlar da babanızın ailesine mektupla bildirirler. Bunun üzerine Ali dedeniz köye gelir. Köyde asker arkadaşı varmış, ne tesadüf, ona misafir olur, sorar soruşturur ve iyice anlayınca beni istemeye bir kaç tanıdık ve öğretmen arkadaşları ile birlikte gelirler. Babam hayır deyip onları gönderir ve dede köyüne döner.
15-20 gün sonra yanına ebenizi ve bir de dayıyı alarak tekrar köye gelirler. Bu arada babanız boş durmuyor, Hasan emmiyi de bulup araya katıyor.
Ve dönelim bize, işler iyice çıktı, iş çok, nisan ayı ekim dikim başladı. Ben de artık işe yarıyorum. Gücümün yetip yetmediği her işe koşturuyorum ama çok zorlanıyorum. Ellerim yüzlerim ayazın soğuğundan çatlıyor, kremim süt yüzü çiğ kaymak. Bu sıralarda anacığım bana çok sert davranıyor. Seni isteyenler çoğaldı, sen hiç iş bilmiyorsun, nasıl veririm seni kocaya. Yolda yürürken etrafa bakma, büyüklerin önünü kesme, sırıtma, oğlanlarla konuşma gibi sözler söylüyor. O ciddiliğim, etrafa bakmayışım devam ediyor.
Bir gün Hasan emminin evine halı dokumaya yardıma gönderdi anacığım. Emmi, Münise nene, öbür amcanın gelini ile ikimiz halı dokuyoruz. Emmi babanızı öğle yemeğine çağırmış. Babanız beni orada görünce, arkadaşlarına, bu gün evleneceğim kızı gördüm, sizlere daha çok güvendim, kararımı verdim diyerek, anne ve babasını çağırıp tekrar beni istemeye geldiler. Babam beni vermemek için onları zora koşuyor. 10 tane beşi bir yerde yaparsanız olur diye kestirip atıyor.
Ali dedeniz, hayır çok fazla yapamam diyor ama annesi, illa madem oğlum istemiş yapacağız diye kabul ettiriyor, bunun üzerine beni nişanlıyorlar. Aradan bir ay geçiyor, gelin kızı görmeye anne, baba, amca, dayı ve Urguya yenge geldiler. Üç gün kalıp, işi düğüne bırakıp gittiler. Yedi ay sonra düğün yapmaya geldiler. Gelini Kırşehir’e götüreceğiz demişler, anacığım, hayır oraya göndermem, oğlunuz burada, düğünde burada olacak, şayet zorlarsanız kızım evimde sözüm evimde, o zamanın deyimi ile oğlunuzla kızımın eli eline değmedi, bu iş burada biter deyip kesip atmışlar. Onlar da mecbur kalmışlar, kabul etmeye etmeye 7 ay sonra düğün oldu. Ha unuttum, bu arada babam, abeyimi babanızın köyüne, dedenler nasıl birileri, kimler, neciler diye araştırıp soruşturmaya gönderdi. Döndüğünde, iyi insanlar olduğunu, kime sorduysam hepsi de çok iyi aile dediler diye babamları rahatlattı.
Okul tatile girince babanız eşyasını bize taşıdı, eşyası da bir bavul içinde kitaplar, 4 tane kahve fincanı, bir kat yatak ve bir kilim. Babanız memleketine gidiyor, giderken bizim eve Allahaısmarladık diye beni görmeye geliyor ama görmek yasak. Evde kim varsa görüşüyor, ben avluda arkadaşlarımla çizgi oynuyorum. Bir ay sonra geri geldi, ben evde yalnızım, ev işi yapıyorum, birden kapıdan giriverdi, çok korktum, koşa koşa Hasan emmilere gittim ve Münise neneme; nene diye bağırdım. Korktuğumu anladı, ne oldu kızım söyle niye korktun, geldi evde dedim, korkudan titreyerek. Beni evimize getirdi, kucaklayıp odaya aldı. Kızım nişanlın gelmiş, insan bir hoş geldin der, üçümüz oturduk, ilk yakından gördüğüm o oldu. Anacığım eve gelinceye kadar beni yalnız bırakmadı nene. Babanız 2-3 gün sonra tekrar köyüne döndü.
Ben artık iş öğrenmeye başlıyorum, dantel, kanaviçe öğreniyorum. Hamur yoğurmayı, tandırda ekmek yapmayı hiç bilmiyorum ve yapmadım da. Derken sonbahar geldi, kışa hazırlıklar yapılıyor, pekmez, tarhana, makarna, bulgur, turşu, salça ve daha neler neler. Bir gün tarlaya azık götürdüm, yemekten sonra abeyim, hadi bakalım ekin biçmeye deyip orağı elime verdi ama hiç bilmiyorum, bir iki gösterdi, hemen öğrenilir mi? bana bir tokat attı, sanki ateş çıktı yüzümde. Babam dayanamadı, insafsız oğlum, o daha çocuk diyerek çıkıştı. O oldu bir daha tarlaya gitmedim.
Aralık ayı, 1956 sonu, düğün hazırlıkları başladı. Düzen düzüldü, düzen derken, kıyafet alındı, bir elbiselik, bir ayakkabı. Babanızın köyünden 6-7 akraba ve anne baba geldiler düğün öncesi. Babamların aşağıdaki eski evinde hazırlık yaptılar. Düğüncüler davullu zurnalı, pazar günü geldiler. Bizim buralarda adet, gelin gitmeden bir gün önce kına gecesi yapılır. Aynı günün gündüzü de damat donatma olur. Dua ile damatlığı giydirilip harçlık toplanır. Akşam olunca kınam yakıldı. 10 kadar arkadaşıma da kına yakıldı, oynadılar eğlendiler. 2 gün önce resmi nikahımız kıyıldı. Pazartesi sabah arkadaşlarım evlerine gittiler. Annem, babam, ablalarım, hepsi başıma toplanıp güzel sözler söylediler, öğütler verip ağlaştılar. Hele anacığım, hiç unutmam çok ağladı. Öğle namazından sonra aşağı evimizden gelini yani beni almaya yine davul zurna ile geldiler, eski evimize gelin gittim. Ertesi gün sabah duvak şenlikle açıldı, mahalle toplandı, oynadılar, güldüler. Gelin oldum ya saçımdan yüzüme inen iki parça kestiler, dualar okundu, yine eğlence oldu ve düğün bitti. Düğüncüler köyüne gitti. İşte böyle evlendik. Çocukluğumda burada bitti. Gelelim bundan sonraya.
EVLİ, ÇOCUK KADIN
Yarım yamalak çay yapmayı biliyorum. Ekmeğimi anacığım yapıyor, bazen de yemek gönderiyor. Yalnızca evin döküntüsünü topluyorum, döküntüde yer yatağı, kilim, 3-4 berdi yastık, köşede 2 minder, kenarda teneke soba. Mutfak eşyası olarak bir yağ tavası, bir tencere, bir leğen, bir sini, iki sahan, bir de el yüz yıkamak için el leğeni, bakır tas, gaz ocağı ve çeyiz sandığım. Bunlarla mutluyuz. Günler geçti ve 15 şubat geldi. Kırşehir'e babanın köyüne gidiyoruz. Paramız yokmuş, yol parası için baban benden altın istedi ve aldı. Altını bozup yol parası yaptı. Yola çıktık, cadde de bekliyoruz, anacığım, babacığım, abiyim, ablalarım caddeye kadar bizi yolcu ettiler. Beni kucakladılar, annem, ablalarım hep ağlaşıyoruz, nedeni benim gurbete gitmem. Otobüs geldi, otobüs de kötü bir taka, Kayseri'ye vardık. O zaman direk Kırşehir'e direk otobüs yok. O akşam otelde kaldık. Ertesi gün yine yola çıktık, Kırşehir'e vardık ama kışın şiddetli zamanı, kar soğuk. O gece de Kırşehir'de oturan dayısının evinde kaldık. Sabah kalkıp kahvaltı yaptık, dayının hanımı Ayşe yenge saçımı tarayıp 2 örgü yaptı, vay yavrum, saçın uzun, kendin çok güzelsin ama çok küçüksün, seni Allah korusun diye beni okşadı. Baban bir jip kiraladı, çok şiddetli bir tipi var, jip zorlanıyor, ben korkuyorum, öyle böyle köye vardık.
Düğün gibi, gelin damat gibi karşılandık, köyde ki bütün öğretmen arkadaşları geldiler. Hoş geldiniz, hayırlı olsun dan sonra yemekler yendi, sohbetler edildi, sonra arkadaşları babanı alıp gittiler. Dayı kızı Haçça ile evdekiler kaldık. Hava soğuk, odanın ortasında sac bir soba, yerde iri saman döşeli, onun üzerinde onların pala dediği kilim serili. Orada yalnız evdeki kadınlar ve çocuklar oturuyor. Büyük erkekler evin dışında ayrı erkek odası var, orada mahallenin büyük erkekleri oturuyor. Neyse akşam hava kararınca köyün bütün genç kız ve gelinleri beni görmeye geldiler, arada fısıldaşıyorlar, gelin güzelmiş ama çok küçükmüş dediklerini duyuyorum. O sırada amcalarının hanımı haydin kalkın bakalım herkes oyuna diyerek herkesi kaldırıp kısır düğün yaptılar, tef yerine de ayna çalıyorlar.
Eğlence bitti, gece geç vakit oldu, yatacak yer düşünüyorum, meğer yatacak oda yokmuş. 2 kümes gibi oda, 2 evli kayınlar var ama odalarda soba yok. Yerler kuru, bize de odaların birinde yatak açmışlar, soğuk mu soğuk, üşüye üşüye orada sabahı ettik. Sabah kalktık, ben kadınlarla, baban erkek odasında kahvaltımızı yaptık. beni her gün bir akraba yemeğe yemeğe davet ediyor. Kayınvalidem beni yanına alıp bütün akrabaları gezdiriyor, arada yine akrabalarda birinin nişanına gidiyoruz. Bir yanımda Zahide yenge, bir yanımda kayınvalidem korumalar gibi. Meğer boğazımda altınlar vardı, korku ondanmış. Birde köyde altın takılmazmış, geline başlık parası alırmış kız babası. Neyse nişan bitti akşam eve döndük.
Ertesi gün sabah oldu, sabah kalktık, kahvaltı yapıldı, Bilal kaynım yanıma geldi, Ferdane dedi, sizin köyde annenin yaptığı baklavadan yedim, pek bir canım istedi, bugün ondan yapar mısın dedi. Olur dedim ama hiç yapmadım, bilmiyorum da diyemedim. Un isteyip hamur yoğurdum ama hiç özü yok, acemi işi diyerek yaptım, onlara göre iyi oldu çünkü onlar hiç bilmiyor baklava yapmayı. Böylece ilk baklavamı yaptım, tabii bana göre annemin ki gibi olmadı ama onlar beğendi. 2 gün sonra yine kar kış köyden ayrıldık, düştük yola. Kırşehir'den otobüse bindik Kayseri'de indik, oradan tekrar Nevşehir otobüsüne, köyde indik. Anacığım, ablalarım bizi bekliyor, sarım görüm olduk, hep beraber evimize indik ama sorular bitmiyor, 2 haftalık hasret tabii. O zaman telefon yok, gurbete gitmekte yok. Tatil bitti, mart ayı geldi, havalar düzeldi.
Bir gün babamın akrabasının düğünü var, babanız okuldan çıkınca düğüne gider. Anacığımda düğüne yardıma gidiyor ve oradan da bize geldi ama vakit akşam oldu, evine gidecek, ben göndermiyorum, Mehmet gelsin de öyle git diyorum. Bekle gelen yok, anacığım sinirlendi, uyuyamıyor. Ah kuzum, daha yeni evlisiniz, şimdiden böyle yaparsa ilerde tayınınız çıkıp başka yere gidince sen ne yapacaksın diye ağlamalı oldu. Sabaha karşı baban geldi, anacığım düzgün bir dille ikaz etti, insan haber verir dedi, baban da Harun'a söylemiştim deyip konuyu kapattı, sonra da köyde öyle bir şey yapmadı.
Bir gün mantı yapmaya kalktım, hamuru yoğuruyorum çok yumuşak oluyor, bir türlü beceremedim. Sonra hamuru bir gazeteye sarıp evin damına koydum, kuşlar yesin diye. Anacığım bize geldi, hava güzel, biraz dışarı çıkalım kızım hep evdesin, hava al dedi. Damda sarılı gazete içindeki hamuru gördü, bunu kim koymuş buraya dedi ama be kıpkırmızı oldum. Anacığım anladı benim koyduğumu tamam kızım olabilir senin hatan değil, benim hatam, sana hiç öğretmedim, bundan sonra sık sık yap, benden daha iyi yaparsın deyip kapattı.
Bir anım daha var, sene 1956, nişanlıyım, türkmenlik tarlamızda küçük bir göz evcik dediğimiz oda veya baklagiller, bulgur gibi yiyecek koyduğumuz yer var. Babam bu tarlaya çalışmaya gidiyor, kızım evlenip gideceksin, seni özleyeceğim, benimle gel diyerek, birlikte gittik. Evden azık almayı unutmuşuz. Babam çalışıyor, ben yanında oturuyorum. Öğlen oldu, acıktık, azık heybesine baktım, azık yok. Hiç ses etmeden evciğe girip biraz bulgur aldım, odun ateşini yaktım, pilav yapacağım, bu seferde yağ yok. Suyu kaynatıp içine bulguru koydum, birazda tuz. Yağsız salçasız pişti ve oturup karnımızı doyurduk. Kızım bu yemeği ne kadar lezzetli yapmışsın diyerek bir de aferin dedi.
ÇOCUKTAN ÇOCUK, İLK DOĞUM
Sene 1957, mayıs ayı, okulun lojmanında oturan Hacı Ali askere gitti. Lojmana biz taşındık. Babamların evi boşaldı, araya da abiyim taşındı. Düğünler oluyordu, arkadaşlarla düğüne gidip, oynayıp gülüp, hoplayıp zıplayıp eğleniyorduk. Bir gece bende şiddetli bir karın ağrısı başladı, sabaha kadar ağladım. Yataktan kalkıp el leğenine idrara oturdum, ne göreyim, kanama başladı. Kanamayla birlikte elim kadar bir et parçası düştü. Ağrı da geçti ama be korktum, hemen karşıda amcamın gelini Şerife nenenin evine koşup, o et parçasını gösterdim. Kızım bu bebek, nasıl yaptın, nasıl dayandın diye bana üzüldü, 3 aylık kız çocuğu imiş. Babanız öylece yatıyor, sormuyor bile niçin ağlıyorsun diye. Anacığıma da söylemedim, öylece atlattım bu olayı.
Bir yıl geçti, yine hamile kaldım. 9 ay sonra 19 haziran 1958 de sevgili oğlumu dünyaya getirdim. Yaşım 15, doğum çok zor oldu. Bilgisiz bir köy ebesi yardımı ile yavrumu doğurdum. Çocuktan çocuk. Baban da bu arada Nevşehir'e maça gitti. Doğumdan haberi bile yok. 3 gün sonra geldi. Ama nerden duymuşsa duymuş elinde demir beşik, içi salıncaklı olanından alıp geldi. Bana bir baktı, ne bir sevinme ne bir geçmiş olsun deme, bir şey söylemeden geçti oturdu. Anacığım, hoş geldin oğlum, nerelerdesin, karın doğurdu, oğlun oldu, sen 3 gün sonra eve geliyorsun. Kime güvenip te, bu kadar habersiz, gidip gelmiyorsun dedi. Babanız da, ben bilmiyorum babalık nasıl olur, sevgi nedir, bundan sonra öğrenirim inşallah dedi. Sevgi görmemişler, nedir bilmiyorlar, 9 kardeşler, nasıl büyümüşler, anne hangisine bakacak, çocuklar o kadar ucuz, o kadar bakımsız büyümüşler. Öğretmen okuluna bile Osman Çobanoğlu isminde öğretmeni kayıt yaptırmış, kazanmış öğretmen okulunu. Babanız, Hasan Oğlan öğretmen okulunu bitirip, bizim köye tayini çıkmış. Nerede görmüş sevgiyi, nerden bilsin.
Dönelim yine Yurdal'ımın doğduğuna ve büyütmeye. Benim lohusalık bitti, iyileşip ayağa kalktım. Okulun bahçesinde sebzemiz var, anacığım ve babam bakıp diktiler ama kalan işleri bana, çapalanacak, sulanacak, otu alınacak. Anacığımın kendi işi çok, ben daha kırklıyım, babanız yine top peşinde. Benim daha kırkım çıkmadan, bende emin ellerdeyim, ilgilenen var, okul kapalı nasıl olsa diye, sorumsuzca, ay başında maaşı alıp köyüne gitti. Bir hafta sonra geldi. Kendine sigara parası ayırıp, maaşı babaya vermiş. Allah razı olsun anamdan, babamdan, bütün ailemden, kışlık yiyeceğim onlardan. Benim yalnız yağ, çay, şeker masrafım olurdu. Yoğurdum, sütüm Şadiye ablamdan.
İLK TAYİN, KAYSERİ KIZILÖREN KÖYÜ
Bu arada Yurdal'ım büyüyor, sütüm bol bol oldu, kendim zayıfım ama sütüm oğlumun kısmeti, hiç hasta olmadan büyüdün, şükürler olsun, bir yaşına girdi, el bebek gül bebek, sevimli, tombul. O yıl ekim ayında babanızın tayini çıktı, Kayseri'nin Kızılören köyüne. Meğer, askere giden bir önceki öğretmen arkadaşı şikayet etmiş, taraf tutuyor diye. Babanız da hemen Milli Eğitim Bakanlığına dilekçe yazıyor, acele Kırşehir'e tayinini istiyor. Okullar açık, apar topar lojmanı boşalttık, baban bir kamyon tuttu, eşyaları yükledik, haydi bakalım yola koyulduk. Babacığımda bizimle beraber, ben Yurdal'ımı bırakmam, siz işe dalar oğlumu hasta edersiniz diye bana güvenmedi. Dağ, taş, patika yollar derken Erciyes dağının eteğinde bir köy, bakımlı, belediyelik, lojmanı olan, lojman temizlenmiş, 3 de öğretmen var. Onların ve köylülerin yardımı ile eşyalar yerleştirildi. Akşam oldu, sabah oldu, ekmek sorunumuz var. Babam köyü dolaşmış, köyde ekmek fırını var ama hamuru kendin yoğurup, fırına kendin götürüyorsun. Ekmek mayası bulmuş babam, hadi kızım hemen hamuru yoğur dedi babam. Akşam hamuru yoğurdum, sabah erkenden, leğenle hamuru fırına götürüp ekmeğimizi pişirtip getirdi. Canım babam 3 gün yanımızda kaldı, bizi yerleştirip tekrar Başköy'e döndü.
Bizi yalnız bırakmayan iki öğretmen bir de okul müdürü var. Oturduğumuz lojmanın yanında bir ev var, iki çocuklu bir anne bu evde yaşıyor, evin tepesi huni gibi sivri. Kadınların başları sarıklı, Yurdal'ım bu sarıklı kadınlardan korkuyor. Okul bahçesinin hemen dışında da suyu az akan bir çeşme var. Suyu oradan taşıyorum, başı sarıklı kadınlara alıştırmak için Yurdal'ı da yanımda götürüyorum. Köyde kadın var ama erkek çok az, neden erkek az diye sordum, meğer köyün erkekleri dışarıya çalışmaya giderlermiş. Köyde su yok, hep kuyu suyu kullanırlarmış. Kışın çok kar olurmuş, karları kuyulara doldurup, su olarak kullanırlarmış.
Bir hafta sonra, cuma akşama doğru, babacığım, anacığım, Şadiye ablam çıka geldiler. 2 eşeğe heybelerle yiyecek erzak ne varsa yüklemişler. Köyde hiç bir şey yok, susuz, kıraç toprak. Babam demez mi oğlum seni şikayet edip askere giden öğretmen, arkadaşın Hacı Ali imiş, tekrar gelip köye lojmana yerleşti. Babamlar gitmeden dilekçenin cevabı geldi, Kırşehir'in Karahabalı köyüne vermişler. Aradan bir hafta geçti yine göç hazırlığı.
Göç hazırlığı oladursun, Mehmet Beyin kışın yaşadığı macerayı anlatayım. Babanız köye geldiği zaman yanında amcanız Bayram'da varmış, Bayram üçüncü sınıfa gidiyor. Aşağı caminin karşısında tek göz oda kiralamış, akşam aynı yatakta yatıyorlar. Hasan emminin evine yakın, ekmeklerini Münise nene yani amcamın karısı yapıyor parasıyla. Benimle de yeni nişanlı. Bu arada bizim kapımıza penceremize taşlar atılıyor, kapımıza kazma kürek asılıyor. Babam abiyim kimin yaptığını araştırıyorlar. Yine kışın şiddetli olduğu bir gece yarısı, herkes uykudayken babanızın penceresini taşlarlar ama ne taşlar, kocaman. Korkmuşlar, kafamıza gelseydi, orada ölürdük diye sonradan anlattı babanız. Sabah üşüyerek, korku ile Hasam emmime gider, olanları anlatır. Emmi de sabırlı olalım, düşünelim der. Sonra araştırır ki meğer Fadime ablamın kocası ve babası beraber yapmışlar. Olayda ablam olduğu için kapatılmış. Ablamın benden biraz büyük evlenecek kaynı vardı, beni ona almak için bu kötülüğü yapmışlar babana. Köyden beni isteyenlerden de çok kötülük yapan kimseler oldu, sebep: en güzel kızımızı yabancı adama verdiler diye. İşte bizim evliliğimiz böyle maceralı oldu. Seninle evlenmek için bütün bunlara katlandım diye sonradan anlattı.
İKİNCİ TAYİN, KIRŞEHİR KARAHABALI KÖYÜ
Gelelim yine göç hazırlığına. Eşyaları toparlayıp hazırladık, Yurdal'ım kucakta, Mehmet beni Başköy'e bıraktı. Mehmet Kırşehir'e tayin olduğu köyü görmeye ve aynı zamanda kamyon bulmaya gitti. Onlar gelinceye kadar biz de anacığımla hazırlık yapıyoruz. Çuvallarla erzaklar kurular hazırladık. 2 gün sonra Mehmet geldi kamyonla beraber. Anacığım, abiyim de sizi yalnız bırakmayız dediler, hep beraber Kızılören köyüne geldik. Eşyalarımızı kamyona yüklerken, köyden de yardıma gelenler oldu, çuvallarla soğan, patates, lahanayı görünce bunları bize satın dediler, çok zorladılar. Ağbeyim dayanamadı, verelim, siz zaten köye gidiyorsunuz oradan yine alırsınız dedi. Anacığımda gittiğiniz yerde var mı yok mu, ne olur ne olmaz diye çuvallardan birer çanta bölüp arabaya koydu.
Yine çıktık yola, bir türlü bitmek bilmiyor. Ağbeyimle Mehmet kamyonun üzerinde, anacığımın kucağında Yurdal'ım ve bende şoförün yanına bindik. Hava soğuk, şoförde topalların Mehmet Ali, eltimin babası. Arada bizimle konuşuyor, ne kadar iyi insanlarsınız, birbirinize çok düşkünsünüz, iyi ki Ali emmi sizinle hısım olmuş diyor. Saat gecenin 12 si Cemele'ye vardık. Eşyalar evin dışında küçük boş bir odaya konuldu. İçeri girdik, anacığımla beni bir odaya aldılar, hep beraber yaşadıkları oda. Kayınvalidem, bütün çocuklar iki yatağa, anacığımla ben de bir yatakta sabahladık.
Anacığım beni ve Yurdal'ımı bağrına basıp sabaha kadar hiç uyumadı, arada hıçkırarak ağladığını duydum, bunu hiç unutamadım. 8 tane büyük altınımı anacığıma vermiştim, yolda ne olur ne olmaz diye. Gece beni uyandırıp elbisemin cebine koydu, aman kızım bunlara çok dikkat et, bunlar senin güvencen diye beni uyardı. Sabah oldu, Asım kaynımın düğün hazırlığı varmış. Akrabalar düğün yemeğine yardıma gelmeye başladı, anacığım durur mu, bende yardım edeyim diye yemek yapılan yere indi. Yurdal'ım bırakmıyor, herkesi yabancılıyor. Ben Yurdal'a bakıyorum ama benden de yardım istiyorlar gelinim ya. Biber lahana haşlanmaya başlandı, lahana az geldi, bu yetmez demiş aşçı. O zamanlar hiç bir sebze ekip diken yokmuş köyde, her şey pazardan çarşıdan alınırmış. Vah tüh geç kalacağız, nasıl yetişecek derken, anacığım hemen, biz getirmiştik, nereye konduysa bulup getirin, hemen haşlayın der. 10 kök lahana varmış, yardımlaşıp yetiştirirler. Kayınvalidem sevinir, kendileri ile kısmetleri de geldi diye. Bu güzel anılarla düğün bitti. Ertesi gün anacığımla ağabeyim köye dönmek için izin istediler. İşte şimdi anacığım ve bana ayrılık hasreti başladı, bunu yazması bile çok zor yavrularım. Anacığım ağlıyor ben dayanamıyorum. Yurdal'ım hele anlamış olacak ki anacığımdan hiç ayrılmıyor.
Neyse, yolcu yolunda gerek diyerek yola çıktılar, o zamanlar köyde bizi taşıyan kamyondan başka araba, dolmuş yok. Hep beraber köyün altına kadar indik yolcu etmeye. Yurdal kucağımda, anacığım ağabeyim şoför mahalline binerken tekrar indiler, sarım görüm kucaklaşıp öpüşürken hiç ağlamayan ağabeyimin gözlerinden yaşlar aktığını gördüm. Böyle olacağını bilseydim tövbeler olsun seni vermezdim dediğini işittim. Sıra bizim Karahabalı'ya gitmemize geldi. 2 gün sonra bizde gideceğiz.
Ali dedenin traktörü var, onu da Osman amcanız kullanıyor. Eşyaları traktöre yüklediler, Yurdal'ım kucağımda, hava soğuk, üçümüz traktöre bindik. Osman kaynım götürüyor bizi. Yollar kötü, patika, taş kaya, dere tepe, düşme korkusuyla Karahabalı köyüne vardık.(yaklaşık 50 km). Önceden ayarlanmamış, ev yok, muhtarı buldular. İki odalı bir ev sahibi Hirfanlı barajında çalışan Cemalettin kaynımın arkadaşıymış. Eşyalar oraya indirildi. Odanın biri daha inşaat halinde bırakılmış. Tuvalet yok, basamaklar tahtadan, aynı merdiven gibi, güya ikinci kat, altı bodrum, küçücük bir de bahçesi var. Bu tek göz oda da 3 ay oturduk. Yurdal'ım 2 yaşında. Martta başka bir eve taşındık. Ev sahibinin ikişer odalı iki evi var, Bu evde de 3 ay oturduk.
Yaz tatili geldi, biz oradan Cemele'ye geldik, biraz köyde kaldık, biraz Başköy'e gittik, derken okul açılma zamanı geldi. Tekrar Karahabalı'ya döndük. Eve girdik ki eşyalarımızın yerleri değişmiş. Sorduk hemen, meğer biz köyden ayrılınca, ev sahibi yakın bir köyden ikinci evliliğini yapmış, bizim halıları çeyiz olarak o köye götürmüş, düğün yapmış, karısını eve yerleştirip işini bitirince tekrar halıları ve aldığı diğer eşyaları getirip eve bırakmış.
Böylelikle bahara kadar da orada oturduk. Oradan da bir odalı yakın bir yere taşındık. Ekmeğimizi de onun bunun evinde yapıyorum. Ha bu arada taşınmadan önceki evde iken Cemalettin kaynım köyden birisi ile haber gönderiyor, yengen doğum yapacak, Ferdane'yi göndersin, bakacak kimse yok. Aylardan Şubat, soğuk mu soğuk, tipi, boranlı bir gün, köyde de bir jip var, yalnızca Kaman'a ve Hirfanlı barajına çalışıyor.
Babanız beni kucağımda bir buçuk yaşında emzirdiğim Yurdal'ımla sözünü ettiğim jipe köyden bindiriyor. Tek başıma, kucağımda Yurdal'ım, başka hiç kimse yok. Kim gider o soğukta, yola çıktık, Kaman'a geldik ama Yurdal'ımı kucağıma sımsıkı bastırdım, çok korkuyorum. Kaman'da da kimse binmedi, yol bitmek bilmiyor, bildiğim bütün duaları okudum, korkudan titriyorum. Kardan tipiden yol bile zor görünüyor, derken baraja geldik.
Kaynımlar su işlerinin lojmanında oturuyor. 2 odalı sobalı bir ev, biz salonda Yurdal'ımla birlikte ve iki kızlar da ayrı ayrı yerlerde yatıyoruz. Sabah kalkıp kahvaltı hazırlıyorum, kaynım işe gidiyor ben evin işini yapıyorum. Sanki ben o evin geliniyim, yengem çok sert, bana iş buyuruyor. Bir yandan Yurdal'ıma bakıyorum, bir yandan yemek yapıyorum. Mutfak evin 50 metre dışında, soba yok, buz tutuyor. Ben vardıktan 1 hafta sonra yenge doğum yaptı. İşler daha da çoğaldı. Annenin sütü yok gelmedi, çocuk aç, bana sen emzir dediler ama benim sütüm Yurdal'ıma anca yetiyor. Neyse 1 hafta emzirdim, Yurdal'ımın gözünden kıskanarak, ağlayarak. Benim ne hale geldiğimi düşünün artık. Derken 20 gün geçti, kaynım bir keçi aldı da onun sütünü verdik, ben de emzirmekten kurtuldum.
Yurdal'ım da bende zayıfladık, öyle böyle zorluklarla 1 hafta daha geçti. Havalar biraz bahara döndü ama bizi arayan soran yok. Babanız ne arıyor ne soruyor. Babacığım havaların iyi olmasını fırsat bilip, Karahabalı'ya gelmiş, nerde kızım oğlum diye sormuş ağlamaklı olmuş. Babanız, baraja gönderdiğini, yengesine bakacağını anlatmış ama babam inanır gibi olmamış. Sabahı zor etmiş, ben baraja gidiyorum demiş. Bir sepet getirdiği elmadan doldurmuş, doğru baraja, aramış sormuş evi bulmuş.
Kapı çaldı, açtım ki babacığım karşımda. Ne yapacağımı bilemedim, sevincimden ağladım, yengem zeytin ekmek getirdi, onunla karnını doyurdu. İşten çıkınca kaynım geldi, babamı görünce çok sevindi. Hoşbeşten sonra çocuktan söz ettiler, babam bebeğiniz hayırlı olsun dedi. Tahir amca sağol, oğlumuz olalı bir aya yaklaştı daha adını bile koymadık, herhalde sana kısmetmiş dedi ve öylece babam çocuğun kulağına ezan okuyarak ismini koydu. Bu arada Yurdal'ım uyandı, babamı görünce unutmamış hemen kucağına atladı. Babam gözyaşlarına boğuldu, kucağından inmedi.
Ertesi gün sabah kaynım bizi kamyonla Karahabalı'ya getirdi. Evimize geldik. Ne göreyim, sanki ev evlikten çıkmış, çöplük olmuş, babamdan utandım. Oturduğumuz ev iki odalıydı, bir odada yüksek bir yere yufka ekmek kaymıştım, fareler delik deşik etmişler. Sigara kokusu, izmaritler içerde, meğer köyün bir kaç tanıdık gençleriyle tam bir pis bekar evi yapmışlar. Şükür babam vardı, Yurdal'ımla meşgul oldu, ben de evi temizledim, adam bulup yufka ekmek yaptırdım, yani anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Ben evi düzene koyunca babam köye döndü. Yaza çıktık, okul kapandı.
KIRŞEHİR GÜNLERİ
Biz köyden Kırşehir'e eşyalarımızla birlikte, öğretmen arkadaşın vasıtası ile 2 odalı bir ara, karşısında 2 oda daha, 2 kapılı han gibi, bir de bahçesi var, bu eve oturduk. Arif kaynım, babanızın halasının oğlu ismet, ikisi de ortaokul öğrencisi, bizde yiyip içiyorlar. Hafta sonları kayınbaba, Vehbi amca bizdeler. Hasan Sarı, Osman Sarı bunlar ve daha başka arkadaşları sık sık yemeğe geliyorlar. Yemek yapmaktan gına geldi. Tek bir gaz ocağı, düşünün halimi, güya dikiş kursuna gidecektim.
Bir gün öğleye doğru, bahçe kapısı caddeye bakıyor, ben evin işine dalmışım, bahçe kapısını açık bırakmışız. Yurdal'ım 2 yaşında, açık kapıdan yola çıkmış, yol boyu iki yüz metre kadar gitmiş. Bir de baktım Yurdal'ım yok, kapı açık, koştum yola, korkudan ne yaptığımı bilmiyorum, koşup yavrumu yakaladım.
Dikiş kursuna gidemedim ama oturduğum evin karşısında, 2 katlı bir evin üst katında oturan kaymakamın hanımı vardı. Bir gün bana çaya geldi, onu çok sevdim, kibar, kafa dengi bir hanım. Sohbet ettik, o zaman hazır giyim, konfeksiyon yok, dikişten giyimden konuşurken, bende o yılın “Burda” dergisi vardı, kullanmayı bilmiyorum dedim. Hanım anlıyormuş, bana Burda'dan nasıl kalıp çıkarıldığını gösterdi, çok sevindim. Ara ara görüştük, biraz da kendi kendime ilerlettim. Böylece 3 ay geçti tekrar Karahabalı'ya döndük.
TEKRAR KARAHABALI
Köyde ikinci senemiz, Yurdal'ım 3 yaşında, okul açıldı, okul da tek bir göz oda. Bazen Yurdal'ım da gidiyor okula. Oturduğumuz evi yine değiştirdik, bu sefer de bir göz oda. Bir yıl yani okullar kapanana kadar. O yaz babanız askere gitti. Yurdal'ımla beni Başköy'e bıraktı. 3 ay askerlik yaptı. Anacığım, babacığımla beraber, Yurdal'ım el bebek gül bebek 3 mutlu ay geçirdik. Babanız askerden döndü, kışlık yiyeceğimizi de alarak tekrar Karahabalı'ya döndük. Tek göz oda da kışı geçirdik. Bahara yine bir ev daha değiştirdik. 2 odalı arada da tandırlık var, 20 lira kira veriyoruz. İşte bu evde Erdal'ım doğdu. Sene 1962 Ocak 1. Bu evde 4 ay oturduk. Erdal bir aylık babam geldi, 2-3 gün beraber kaldıktan sonra, yavrularım gideceğim ama aklım burada kalacak, Yurdal'ıma bakamazsın, hangi birine bakacaksın, anan Yurdal'ı getir mutlaka diyerek, birlikte gittiler. Benim için çok zor oldu, hep ağlıyorum, sanki gönderdiğime pişman olum. Köyde 2 ay kaldı, şubat ve mart. Nisanda geri döndüler, bu sefer Şerife ile beraber. Dünyalar benim oldu, sevinçten uçuyorum, yavruma kavuştum.
Köyde babamın sınıkçı olduğunu öğrenmişler, tam dönecekken, birinin atının bacağı kırılmış, gelip babama yalvar yakar oldular. Babanız dedi ki, baba sana güvendiğim için ben söyledim iyi bir sınıkçı olduğunu, bu at insanların ekmek teknesi, çok sevap olur, bir gün daha kal. Onun üzerine atın bacağını sardı, Allah yardım etsin mundar hayvanın kırığı pek tutmaz derler ama elimden geleni yapacağım. Dua ederek atın bacağını sardı ve Şerife'yi bize bırakarak tekrar Başköy'e döndü. Yalnız kalmadım, çocuklarla ve Şerife ile mutlu yaşadık. Bahar geldi Şerife köye geri döndü.
Sevgili Erdal'ım 4 aylık oldu, yine başka bir eve taşındık. Nisan ayı bol yağmur yağıyor. Evin damı üzerimize akmaya başladı, evi ısıtamıyorum, bayağı sıkıntı çektim. Baban sabah kalkıp okula gidiyor, akarsa aksın uğraşamam, idare ediver deyip duruyor. Zaten köyüme ev yaptıracağım, emmiye para gönderiyorum, dilekçe verip köyü isteyeceğim ve dediğini de yapıyor. Maaşının çoğunu amcasına gönderiyor, ben çok sıkıntı çekiyorum. Evin yapılması 2 yıl sürdü, bu arada dilekçenin cevabı geldi, köye tayin çıktı diye sevindik. Bir hafta izin aldı, köye göç ettik, ev kurumamış, her yeri rutubet yaş........
ANNEMİN ANILARI BURADA BİTİYOR.